İnsanoğlunun dünya serüveni, iniş ve yokuşlarla başlar; meşakkat, sıkıntı, hastalık, bela ve musibet gibi sınamalarla devam eder. Her günün bir sevinci olduğu gibi, sıkıntı ve mihneti de vardır.
İlk olarak Çin’in Wuhan kenti Hubei eyaletinde görülen, hızla tüm dünyada etkisini gösterdikten sonra ülkemizde ve akabinde Siirt ilimizde görülmeye başlanan birçok insanın ölümüne sebep olan yeni tip Coronavirüs (Covid-19) hayatımızı ve yaşantımızı oldukça kısıtladı. Bu virüs sebebiyle dünyada milyonlarca insan hayatını kaybettiği gibi hayatta olanların yaşantısını da kısıtladı.
Elazığ’da, Malatya’da, İzmir’de 136 yıl sonra merkezi Kurtalan olan Siirt’te olmak üzere depremler yaşadık, çok ama çok canlarımız gitti.
Giresun’da, Ankara’da ve İstanbul’da sel felaketleri yaşandı, bu sellerde yine nice canlar yitti.
Binlerce cinayetler işlendi, kazaların ardı arkası kesilmedi, onlarca şehit verdik, bu sebeple de evlere ateşler düştü.
Acaba bunları ve sebebini düşünüyor muyuz? Bu musibetler kaderimiz mi? yoksa hak mı ediyoruz? Bu soruların cevabını kim verebilir!.
Ağır ve Acı bu musibetlerden ders çıkarmayı hiç düşünüyor muyuz?
Musibetler hidayet vesilesi olur. Nitekim dünyaya dalan kimseler vardır ki başına bir musibet geldiğinde hemen kendini toparlar ve var olma sebebini hatırlayıp hayatını buna göre düzenler. Bazıları ise tamahkârlık yapar, aradan geçen zamanın ardından hiç bir şey olmamış, imtihana tabi tutulmamış gibi başına gelenlerden ders çıkarmaz.
Yüce Allah: Bizlere indirdiği yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Yunus Süresi (10/12) ayetlerinde, “İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır…” buyurarak insanların musibet anında Allah’a döndüğünü belirtir.
Ancak kimisi bunda sebat etmeyip musibet geçince yine eski haline döner. Nitekim ayetin devamında, “…ama biz onun sıkıntısını giderince, sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir.” buyrularak bu gerçek ifade edilmiştir.
Her günün bir sevinci olduğu gibi, sıkıntı ve mihneti de vardır. Akıllı insan, dünyası için ahiretini; sırf ahiret için çalışarak dünyasını ihmal etmeden, itidal ve dengeyi elinde tutan kimsedir.
Dünyamızı mamur ettiğimiz gibi ahiretimiz için de gereken çaba ve gayreti sarfetmeliyiz!
Başımıza gelen her sıkıntı, her bela ve musibetin bizim için birer uyarı niteliğinde olduğunu unutmamalıyız.
Yaşadığınız imtihan dünyasında, kendi hür irademizle baş başa bırakılırken; yaptığımız iyi işlerin mükafatını, kötü ve yanlış davranışların da cezasını karşımızda buluruz. Sınanmak için gönderildiğimiz dünya hayatında, kafamızın estiği, canımızın istediği gibi; helal haram demeden hareket etme selahiyetine sahip değiliz. Ancak iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın tebliğini aldıktan sonra; kendi irademiz ve tercihimizle baş başa bırakılıyoruz. Ayağımız taşa değdiğinde kendimizi hesaba çekebiliyorsak, bu bizim iyi bir seyir yolunda olduğumuzu göstergesidir…
Yaşamış olduğunuz ve başımıza gelen son dönemlerdeki bela ve musibetlerin, birer uyarı niteliğinde olduğunu anlamalıyız.
Hep birlikte yeniden huzur dolu günlere kavuşmak için, yüce Rabbimize tövbe edip yalvarmalıyız. Virüsler, depremler, kasırgalar, su baskınları, sel ve diğer afetler; bize, dalmış olduğumuz gaflet uykusundan uyanmamız için ders hükmündedir.
Sözün kısası, başımıza gelen musibetlerden ders çıkarıp; tövbe ve istiğfar etmediğimiz müddetçe, yakamız hiç bir zaman felaketlerden kurtulmayacaktır.
Tüm bu musibetlerin insanoğlunun başından def olunması ümidi ve duasıyla kalın sağlıcakla…